Ekolojik Anayasacılık ve Türkiye

Gezegenimiz artık geri dönülmez bir noktada. Küresel ısınmanın etkileri, her geçen gün daha da yoğunlaşıyor; fırtınalar, aşırı sıcaklar ve yükselen deniz seviyeleri hayatımızı tehdit eder hale geldi. Ancak bu felaketler, insan eliyle yaratıldı. Sanayi devriminden bu yana atmosfere salınan milyarlarca ton sera gazı, doğal dengeleri altüst etti ve dünyayı hızla ısınmaya zorladı.

Mercan resiflerinin toplu ölümleri, deniz ekosistemlerini tehdit ediyor. Permafrostun çözülmesi, atmosfere büyük miktarda karbon salarak küresel ısınmayı hızlandırıyor. Grönland ve Batı Antarktika buzullarının erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesine ve küresel hava akışlarının bozulmasına yol açıyor. Amazon yağmur ormanlarının yok olması ise biyoçeşitlilik kaybı ve iklim dengesinin çökmesi anlamına geliyor. Bu olaylar, dünyanın geri dönülmez bir noktaya doğru ilerlediğini gösteriyor.

Bu geri dönülemez noktaya ulaşmadan önce her ülke kendisine düşen görevi yerine getirmelidir. Bu görevlerden ilki ise ekolojik bir anayasa yapmaktır. Anayasa, bir devletin temel hukuk kurallarını ve siyasi yapısını belirleyen en yüksek yasa olduğuna göre, en temelden başlayarak sorunları çözmek en mantıklı çözüm ve dünyada bu adımları atan ülkeler halihazırda bulunmakta. Bolivya, Cezayir, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, Fildişi Sahili, Küba, Tayland, Tunus, Venezuela, Vietnam ve Zambiya, anayasa değişikliğine giderek bu anayasaları ekolojik temellere oturtmuşlardır. Ekvador anayasasına göz attığımızda “Pacha Mama”, yani bizim dilimizde “Toprak Ana”yı anayasa seviyesinde tanıdıklarını görüyoruz. Yine aynı şekilde Bolivya anayasası da benzer şekilde Toprak Ana’nın gücüne atıfta bulunmakta. Cezayir’de ise anayasanın önsözünde, iklim değişikliğinin etkilerine dair bir endişenin ve sonraki bir eyleme geçme arzusunun yer aldığı bir iklim hükmü bulunuyor. Bu hüküm şu şekildedir: “Halk, çevresel bozulma ve iklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle ilgili endişeli ve gelecek nesiller için doğal çevrenin korunması ve doğal kaynakların rasyonel kullanımının sağlanması konusunda isteklidir.”

Görüldüğü gibi, dünyamız sona doğru koşar adımlarla ilerlerken, örneklerini verdiğimiz bazı ülkeler bu büyük sorunla ilgili büyük adımlar atmaktadır. Peki, Türkiye Cumhuriyeti bu hazırlıkların neresinde? Maalesef, iyi cümleler kurabilmek güç. Öncelikle belirtmem gerekir ki, anayasamız içerisinde ekolojiyi korumaya yönelik maddeler bulunmaktadır. Ancak bu maddeler, ülkemizde gerçekleştirilen olaylarda görüleceği üzere sadece teoride kalmakta ve pratik olarak uygulanmamaktadır. Bunun başlıca sebepleri ise, sanayileşme ve ekonomik kalkınma önceliğinin çevre koruma önlemlerinin önüne geçmesi ve çevre politikalarının siyasi irade tarafından yeterince desteklenmemesidir. Örneğin, ülkemiz tarafından 22 Nisan 2016 tarihinde imzalanan Paris (İklim) Anlaşması’nın, 7 Ekim 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı kararı ile onaylanmasının ardından geçen 5 sene, ülkemizce çevre sorunlarının çok da önemsenmediğinin bir kanıtı olarak görülmelidir. Peki, diğer ülkeler anayasalarını değiştirirken, bizim bir anlaşmayı onaylamayı bu kadar ertelememizin sebebi iklim değişikliğinin bu ülkelere göre bizi daha az etkilemesi olabilir mi? Aksine, küresel ortalama sıcaklıklar sanayi öncesi döneme göre 1°C eşiğini aştı. Türkiye’de ise ortalama sıcaklık artışı şimdiden 1,5°C’yi geçti. Küresel iklim değişikliği, ülkemizin karşı karşıya olduğu ekonomik ve sosyal riskleri her geçen gün artırmaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya, iklim değişikliğine karşı en hassas ve riskli bölgeler arasında bulunuyor.

Isınan dünyamızda artık perde kapanmak üzere. Bu kritik dönemde, doğayı ve insan yaşamını koruyacak en güçlü araçlardan biri sadece teoride kalmayan, pratikte de uygulanan bir çevre hukukudur. Çevre hukuku, sadece bireylerin değil, devletlerin ve kurumların da ekosistemi koruma sorumluluğunu net bir şekilde belirler. Hukuki düzenlemeler, ekonomik büyüme ve sanayileşme adına doğanın yok edilmesine karşı bir savunma hattı oluşturur. Anayasal güvence altına alınmış ekolojik haklar, insanlara sadece temiz bir çevrede yaşama hakkı tanımakla kalmaz, gelecek nesillere sürdürülebilir bir dünya bırakma görevini de yükler. Eğer bizler bu hukuki temeli sağlamlaştırarak harekete geçmezsek, sadece doğanın değil, insanlığın da sonunu hazırlamış olacağız.

avatar
Yazar Hakkında

Talha Mustafa, 1996 yılında Tekirdağ'da doğdu. Babasının askeri personel olması nedeniyle çocukluğu boyunca Tekirdağ, Hakkari, Kıbrıs ve Çanakkale ve İzmir'de yaşadı. Türkiye'nin çeşitli doğa koşullarıyla iç içe olan bu süreç, ona zengin bir çevre bilinci kazandırdı. Lisans eğitimini Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı ve 2020 yılında avukatlık stajını bitirdi. Meslek hayatına çevre hukuku alanında odaklanarak başlayan Talha Mustafa, bu alanda farkındalık yaratmak amacıyla Anayasada Ekoloji platformunu kurdu.