Yazar Hakkında

avatar

Yeşil NewsLab Haber Merkezi

Gösteriliyor: 1 - 10 arasında 45 Makaleler

Dijital Gazete | Ekim 2024

Dijital Gazete | Eylül 2024

Kayısı çekirdeğinden biyoplastik üretildi

Malatya’da özellikle kış aylarında yakacak olarak kullanılan kayısı çekirdeği kabuğu, bir Teknopark firması tarafından endüstriyel biyoplastik ürüne dönüştürüldü. Coğrafi işaret tescilli kayısı çekirdeğinin içinin ayrıştırıldığı tesislerden elde edilen kabuklar, çevre dostu bir dönüşüm sürecinden geçiyor.

Biyoplastik Üretimi

Firma, İnönü Üniversitesi Teknopark’ta yürüttüğü çalışmalar sonucu kayısı çekirdeği kabuğundan biyoplastik üretmeyi başardı. Gıda mühendisi Merve Atalay, Kanada’da eğitim gördüğü dönemde gıda atıklarının ekonomiye kazandırılması üzerine yaptığı araştırmaları Türkiye’de uygulamaya karar verdiğini belirtti. Atalay, “Patates, elma gibi birçok gıda atığının ekonomiye kazandırılması için AR-GE çalışması yaptık. Onların içindeki değerli bileşenleri ayrıştırarak, o değerli bileşenlerle biyoplastik üretiyorduk. Deprem nedeniyle makinelerimiz hasar aldı, seri üretime geçmek üzereyken ara vermek zorunda kaldık. Tüm mikroorganizmalarımızı, stok çözeltilerimizi depremle beraber kaybettik. Yeni geliştirdiğimiz malzemeyi kayısı çekirdeği kabuğuyla güçlendirme AR-GE çalışmamızı sürdürdük. TÜBİTAK 1507 KOBİ Destek Programı kapsamında kayısı çekirdeği kabuğundan biyoplastik üretmeyi başardık. Doğada yüzde 100 çözünebilen bir ürün.” dedi.

Farklı Sektörlerde Kullanım

Üretilen biyoplastiğin farklı sektörlerde kullanılabileceğini vurgulayan Atalay, “Plastiğin kullanıldığı tüm sektörlerde mutfak, beyaz eşya, otomotiv sektöründen tutun kozmetik sektörüne kadar plastiğin kullanıldığı sektörlerde ikame olarak kullanılabilecek, yüzde 100 doğal ve doğada çözünebilen bir malzeme. Kayısı çekirdeği kabuğundan ince film ürettik, ambalaj sanayisinde kullanılabilecek. Enjeksiyonda kullanılabilecek sert mukavemet özelliğine sahip ürün ürettik. İstediğiniz enjeksiyon makinesinde istenilen forma dönüştürülerek kullanılabilir. Maliyeti, plastiğin ham maddesine göre daha uygun.” diye konuştu.

Çevresel Faydalar

Kayısı çekirdeği kabuğunun genelde ısınma amaçlı kullanıldığına dikkat çeken Atalay, bu uygulamanın ciddi karbon salımına neden olduğunu belirtti. “Fabrikalar kayısı çekirdeği kabuğunu ısınma amaçlı satın alarak yakıyor, bu durum ciddi karbon salımına neden oluyor. Biz hem karbon salımını önlemiş oluyoruz hem de kayısı çekirdeği kabuğunu doğada çözünebilen ürüne dönüştürüyoruz. Plastiğin ham madde maliyetinden yüzde 50 daha düşük fiyata, daha uygun maliyetle ürün ortaya koyuyoruz.” dedi.

Teknopark Desteği

Teknopark Genel Müdürü Hasan Yılmaz, gıda atıklarının yeni ürünlere dönüştürülmesinin önemli bir proje olduğunu vurgulayarak, “Plastik malzemenin bire bir karşılığı olan bir ürün. Tamamen doğal ve doğada çözünebilen bir ürün. Doğaya ve insan sağlığına zararı yok. Karbon ayak izin sıfıra indirme gibi bir hedef var. Teknoparkların buna öncülük etmesi bizleri de mutlu ediyor.” ifadelerini kullandı.

Kaynak: AA

İlk kez balıkların beyninde mikroplastik parçacıkları tespit edildi

Tek kullanımlık plastiklerin doğaya atılması, dalgaların, güneşin ve rüzgarın etkisiyle mikroplastiklere dönüşerek su canlıları tarafından tüketilmesine ve böylece insan besin zincirine girmesine yol açabiliyor. Bu konuyu araştıran Atatürk Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Muhammed Atamanalp ve ekibi, iki yıldır su canlıları üzerinde kapsamlı bir çalışma yürütüyor.

Araştırmanın Bulguları

Prof. Dr. Muhammed Atamanalp liderliğindeki yedi kişilik ekip, farklı deniz ve tatlı su kaynaklarından topladıkları 300 balık, 200 ıstakoz ve 150 tatlı su midyesini laboratuvarda analiz etti. Bu analizler sonucunda, ilk kez balıkların beyninde mikroplastik parçacıklarının varlığı tespit edildi. Ayrıca, midye, ıstakoz ve farklı balık türlerinde de mikroplastiklerin bulunduğu belirlendi.

Prof. Dr. Atamanalp, plastiklerin kullanım kolaylığı nedeniyle sık tercih edildiğini ancak sorumsuzca doğaya bırakıldığında ciddi çevresel ve sağlık sorunlarına yol açtığını belirtti.

Mikroplastiklerin Tehlikesi

Prof. Dr. Atamanalp, plastiklerin çevreye zararlarını şu sözlerle dile getirdi: “Özellikle tek kullanımlık malzemelerin getirdiği pratiklik sebebiyle yoğun bir şekilde kullanılması ve bunların doğadan bertaraf edilmeden çevreye sorumsuzca bırakılması, bunların su kaynaklarına ulaşmasına neden oluyor. Su kaynaklarına ulaştıktan sonra güneş ışığı, rüzgar veya dalga hareketleri nedeniyle gözle dahi görülemeyecek parçacıklara bölünen bu plastikler, o ortamda bulunan sucul canlılar tarafından gıda sanılıp tüketilerek kendi bünyelerinde depolanmaya başlıyor.”

Atamanalp, balık beyninde mikroplastik parçacıklarının tespit edilmesinin yanı sıra bu parçacıkların kandan diğer organlara taşındığını da gösterdiklerini söyledi. Ayrıca, sıcak içeceklerin konulduğu tek kullanımlık plastiklerin çözünmesiyle mikroplastiklerin insanlara direkt olarak geçiş yapabileceğine dikkat çekti. Bu mikroplastiklerin sucul canlılar tarafından tüketilmesi ve daha sonra bu canlıların insanlar tarafından tüketilmesi, insan sağlığı için bir risk oluşturuyor.

Balık Tüketimi ve Sağlık Riski

Prof. Dr. Atamanalp, “Yine çalışmalarımızda biz şunu ortaya koyduk ki insanlar tarafından tüketilen kas dokusunda, mikroplastik birikimi zarar verecek düzeyde değil ama diğer organlarına baktığımızda özellikle karaciğer ve böbrekte ciddi miktarda mikroplastikleri tespit ettik.” dedi.

Çevresel Bilinç ve Geri Dönüşüm

Prof. Dr. Atamanalp, hızlanan yaşam temposunun tek kullanımlık plastiklerin kullanımını zorunlu hale getirdiğine dikkat çekerek, bu plastiklerin atık olarak çevreye bırakılmaması gerektiğini vurguladı. “Madem bunların kullanımından kaçınılmaz bir durum var, diyoruz ki hiç olmazsa bunlar atık olarak ortaya çıktığında çevreye bırakmayalım. Özellikle geri dönüşüm sistemine bunları dahil edelim. Bu bilinçle hareket edersek hem çevremizi hem su kaynaklarımızı hem o içindeki sucul canlıları ve en nihayetinde de insan sağlığını korumuş oluruz. Tek kullanımlıktan kasıt bunu tekrar yıkayıp yeniden kullanma zorunluluğunuz yok. Tabii kullanım, pratiklik açısından getirileri çok ama çevresel yükünü dikkate aldığımızda maalesef çok ciddi sorunlara neden oluyorlar” dedi.

Kaynak: AA

Okyanus sıcaklıkları artıyor: Deniz canlılarını kutuplara göç etmeye zorluyor

College de France Sürdürülebilir Kalkınma, Çevre, Enerji ve Toplum Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gilles Boeuf, küresel sıcaklık artışlarının deniz canlıları üzerindeki etkilerini değerlendirdi. Boeuf, deniz sıcaklıklarının artmasıyla deniz canlılarının daha serin kutup bölgelerine doğru göç ettiklerini vurguladı.

Deniz Yüzey Suyu Sıcaklıklarında Rekor Artış

2023 yılı, küresel ortalama sıcaklıkların rekor seviyelere ulaştığı bir yıl oldu. Maine Üniversitesi’ne ait Climate Reanalyzer sitesinin verilerine göre, 14 Mart 2023’ten itibaren deniz yüzey suyu sıcaklıkları her gün tarihsel verilerle kıyaslandığında rekor kırdı.

Sıcaklık Artışı ve Deniz Canlılarının Göçü

İstanbul’da düzenlenen “İklimin Jeopolitiği: Sorunların Kalbinde Akdeniz” başlıklı söyleşide konuşan Boeuf, sıcaklık artışlarının okyanuslar ve Akdeniz üzerindeki etkilerini AA muhabirine anlattı. Boeuf, okyanus sularının ısınmasının deniz canlılarının yaşamını ciddi şekilde etkilediğini ve en önemli etkilerden birinin göç olduğunu belirtti.

“Sıcaklık artışı, hareket edebilen tüm deniz canlılarını göç etmeye zorlar. Ancak hareket edemeyen canlılar için durum çok daha vahim. Bu canlılar, sudaki oksijen seviyesinin düşmesi nedeniyle ölüyorlar. Örneğin, birkaç yıl önce Türkiye ve Yunanistan’ın bulunduğu Akdeniz bölgesinde yüksek seviyede omurgasız deniz canlısı ölümü gerçekleşti,” dedi Boeuf.

Canlıların Kutup Bölgelere Göçü

Deniz canlılarının daha serin sular arayarak kutuplara doğru göç ettiklerini belirten Boeuf, her canlının aynı hızda hareket edemediğini ekledi. Planktonların yılda 45 kilometre, balıkların ise 27 kilometre hızla göç ettiğini ifade etti.

Boeuf, karada yaşayan canlıların bu hızda hareket edemediğini, yer kurtçuklarının yılda sadece 6 kilometre yol kat edebildiğini belirtti. Deniz canlılarının göç edebilmesi daha kolay olsa da bu durumun balıkçılar için büyük bir önem taşıdığını vurguladı.

Ekosistem Üzerindeki Tehditler

Boeuf, Avrupa kıtasında yaşanacak 1 derecelik sıcaklık artışının, bölgedeki canlıları daha uyumlu bir iklimde yaşayabilmek için ortalama 250 kilometre kuzeye göç etmeye zorlayacağını söyledi. Deniz canlılarının göçü, balıkçılık sektörünü de doğrudan etkileyebilir.

“Balıkların göç etmesi, avlanılan bölgelerdeki balık türlerinin değişmesine neden olabilir. Balıkçılık sektörünün bu durumdan olumsuz etkilenmemesi için gerekli önlemler alınmalıdır,” dedi Boeuf.

Balık Göçlerinin Akdeniz Üzerindeki Etkisi

Boeuf, Akdeniz’deki balık göçleri hakkında da önemli bilgiler paylaştı. Fransa’daki balıkların kuzeye göç ederken, Afrika’daki balıkların Akdeniz’e geldiğini belirtti. Bu balıkların Süveyş Kanalı üzerinden Kızıldeniz’den Akdeniz’e geldiğini ve Türkiye için önemli bir problem oluşturduğunu söyledi.

“Akdeniz’e gelen balıklar da okyanuslarda olduğu gibi kuzeye göç edecekler. Ancak Akdeniz’de balıklara çıkışı gösterecek bir tabela yok. Çıkışı bulamayan balıkların yığılması, balık ölümlerine yol açabilir. Bu çok önemli bir sorun,” diye ekledi.

İklim Değişikliğine Karşı İşbirliği ve Uyum

Boeuf, iklim değişikliğiyle mücadelede uyum çalışmalarının kritik rol oynadığını belirtti. Tarım ve hayvancılık gibi aktivitelerin değişen iklime uyum sağlaması gerektiğini, balıkçılıkta da alışkanlıkların değişmemesi halinde kuzeye giden balıkların peşine düşmek zorunda kalınacağını ifade etti.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin işbirliğine daha fazla ihtiyaç duyduğunu vurgulayan Boeuf, “Akdeniz’deki kirliliği azaltmak için tüm ülkelerin işbirliği yapması gerekiyor. Aksi takdirde, bir ülkenin kirliliği diğer tüm ülkeleri etkiler,” dedi. Akdeniz’in, 200 milyon ziyaretçiyle önemli bir turizm merkezi olduğunu ve bu alanda işbirliğinin artırılması gerektiğini belirtti.

Kaynak: AA

Anayasa Mahkemesi’nden Cerattepe’deki maden arama faaliyetlerine ‘dur’ kararı çıktı

Artvin’in Kafkasör Yaylası’ndaki Cerattepe mevkiinde yürütülen maden arama çalışmalarına karşı çevre ve hukuk mücadelesi devam ederken, Anayasa Mahkemesi (AYM) önemli bir karara imza attı. Mahkeme, Cerattepe için verilen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporunu iptal etti ve Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca hak ihlali kararı verdi. Bu karar, 20 Mayıs 2024 tarihli Resmî Gazete’de yayımlandı.

Sağlıklı Çevrede Yaşama Hakkı Vurgusu

AYM, Artvinlilerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına dikkat çekerek, özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Bu karar, yeniden yargılamanın yolunu açarak Rize İdare Mahkemesi’ne gönderildi.

CHP Milletvekili Kaboğlu’ndan Değerlendirme

CHP Milletvekili ve anayasa hukukçusu İbrahim Özden Kaboğlu, Artı Gerçek’e yaptığı açıklamada, yerel mahkemenin bu kararı derhal uygulaması gerektiğini vurguladı. Kaboğlu, “Rize İdare Mahkemesi’nin ihlal kararını derhal yerine getirerek yeniden yargılama yapması gerekiyor” dedi.

Cerattepe’nin Madencilik Geçmişi

Cerattepe’de madencilik faaliyetleri 1986 yılında Kanadalı Cominco şirketiyle başladı. Ardından, Inmet Madencilik ve Cengiz Holding bölgede faaliyet gösterdi. Artvinliler ve çevreciler, yoğun tepkiler ve açtıkları davalarla zaman zaman bu faaliyetlerin durdurulmasını sağladı.

2013 yılında Artvinlilerin yaptığı yürütmeyi durdurma başvurusu sonucu süreç askıya alındı. 2014 yılında ise yerel mahkeme, bölgede maden işletilemeyeceğine dair karar verdi ve bu karar Danıştay tarafından onaylandı. Ancak şirket, ikinci bir ÇED raporu alarak çalışmalara yeniden başladı.

Türkiye’de Orman Tahsisi Gerçeği

Cerattepe mücadelesi, Akbelen’den Cerattepe’ye kadar Türkiye’de orman tahsisi gerçeğine dikkat çekiyor. Çevre mücadelesinin önde gelen isimlerinden Neşe Karahan, “Hakkımda açılan beş dava var” diyerek, maden karşıtı mücadeleyi sürdürüyor.

Cerattepeliler Kararlı

“Madene hayır” diyen Cerattepeliler, valilik yasağına rağmen Artvin’de buluşarak tepkilerini göstermeye devam ediyor. Bu direniş, Artvin’in doğal güzelliklerini koruma ve sağlıklı bir çevre hakkı için verilen mücadelenin simgesi haline geldi.

1970 yılından bu yana göçmen tatlı su balığı popülasyonu yüzde 80 azaldı

1970’ten bu yana yapılan araştırmalar, göçmen balık popülasyonlarının %80’in üzerinde azaldığını ortaya koyuyor. Balık sayıları dünyanın dört bir yanında azalırken, bu düşüş en çarpıcı şekilde %91 oranla Güney Amerika ve Karayipler’de gerçekleşiyor. Bu bölgeler, dünyanın en büyük tatlı su göçlerine ev sahipliği yapıyor. Uzmanlar, barajlar, madencilik faaliyetleri ve insan müdahalesi nedeniyle nehir ekosistemlerinin tahrip olmasının bu düşüşün başlıca nedenleri arasında olduğunu belirtiyor.

Avrupa’da da Durum Vahim

Yaşayan Gezegen Endeksi’nin son güncellemelerine göre, Avrupa’daki göçmen tatlı su balıklarının popülasyonu da %75 oranında azalmış durumda. Göçmen tatlı su balıkları, yaşamlarının bir kısmını veya tamamını tatlı su sistemlerinde geçiren hayvanlar. Bu balıklar, denizde doğup tatlı suya geri dönebiliyor ya da tam tersi. Bazı türler ise kıtaları aşarak doğdukları nehirlere geri dönüyor.

Barajlar ve Bariyerler Göçü Engelliyor

Göçmen balıkların azalmasındaki en büyük etkenlerden biri, nehirlerin serbest akışını engelleyen barajlar ve diğer yapay bariyerler. Bu yapılar, dünya çapında milyonlarca insanın besin kaynağı olan balıkların göç yollarını tıkıyor. Ancak, 2023 yılında Avrupa’da 15 ülkede 487 bariyerin kaldırılması, umut verici bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Kirlilik ve İklim Değişikliği Tehdit Oluşturuyor

Balık popülasyonlarının azalmasının diğer nedenleri arasında kentsel ve endüstriyel atık suların neden olduğu kirlilik ve tarım faaliyetlerinden kaynaklanan atıklar bulunuyor. Ayrıca, iklim değişikliği habitatları ve tatlı su kaynaklarını etkiliyor. Sürdürülebilir olmayan balıkçılık da bu düşüşte önemli bir rol oynuyor.

Dünya Balık Göçü Vakfı’ndan Uyarı

Araştırmaya katılan Dünya Balık Göçü Vakfı’nın kurucusu Herman Wanningen, araştırma sonuçlarını değerlendirirken, “Göçmen balık popülasyonlarındaki feci düşüş, dünya için sağır edici bir uyandırma çağrısıdır. Bu kilit taşı türlerini ve nehirlerini kurtarmak için hemen harekete geçmeliyiz. Göçmen balıklar birçok yerli halkın kültürünün merkezinde yer alıyor, dünya çapında milyonlarca insanı besliyor ve geniş bir tür ve ekosistem ağını sürdürüyor. Sessizce kayıp gitmelerine izin veremeyiz,” ifadelerini kullandı.

Tehlike Altındaki Türler

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’ne (IUCN) göre, tatlı su balık türlerinin dörtte biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya ve göçmen balıklar orantısız bir şekilde tehdit altında. Raporda, 284 tatlı su balığı türünün popülasyon eğilimleri incelendi ve araştırmacılar, nehirlerin korunması ve onarılması gerektiğini vurguladı.

Uzmanlardan Görüşler

WWF-ABD tatlı su müdür yardımcısı Michele Thieme, Guardian’a verdiği demeçte, “Tatlı su balık popülasyonlarının çöküşünü tersine çevirecek araçlara, hırsa ve kararlılığa sahibiz. Nehrin korunmasına, restorasyonuna ve bağlantıya öncelik verilmesi, bu türlerin korunmasının anahtarıdır,” dedi.

Lancaster Üniversitesi’nden zooloji öğretim görevlisi Dr. David Jacoby ise, “Balık popülasyonunda hem bölgesel hem de küresel düzeydeki düşüşün boyutu şoke edici,” diyerek, göç, kirlilik, su çıkarma ve iklim değişikliğinin tehditlerinin kümülatif hale geldiğini belirtti.

Hem Deniz Hem de Tatlı Su Baskı Altında

Fransa’daki Ulusal Tarım, Gıda ve Çevre Araştırma Enstitüsü’nden Dr. Anthony Acou, “Okyanus akıntılarının değişmesi, üretkenliğin azalması, açık denizdeki rüzgar santralleri, iklim değişikliği ve hedef dışı avlanma gibi baskılar bu hayvanların popülasyonları üzerinde büyük olumsuz etki yaratıyor. Türleri korumak için, hem deniz hem de tatlı su habitatları üzerindeki baskıların etkisini daha iyi anlamak kritik öneme sahiptir,” diyerek, kapsamlı bir anlayışın ve etkili yönetim önlemlerinin önemine dikkat çekti.

İklim değişikliği denizanalarını da etkiliyor: Yaşam alanları kutuplara kadar yayılıyor

Almanya’daki Alfred Wegener Enstitüsü (AWI) uzmanları tarafından yapılan yeni bir araştırma, sekiz farklı Arktik denizanası türünü mercek altına aldı. Bilim insanları, bilgisayar modelleri kullanarak bu denizanalarını artan su sıcaklıkları, deniz buzunun geri çekilmesi ve diğer değişen çevre koşullarına maruz bıraktı.

Araştırmanın Bulguları

Araştırma sonuçları, yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde sekiz türden yedisinin, bu yeni koşullar altında yaşam alanlarını kutuplara doğru genişletebileceğini ortaya koydu. Özellikle en büyük denizanası türlerinden biri olan aslan yelesi denizanası, mevcut yaşam alanını neredeyse üç katına çıkaracak şekilde uyum sağladı. Ancak, Sminthea arctica türünün yaşam alanında, optimum sıcaklık aralığını bulmak için daha derinlere çekilmek zorunda kalması nedeniyle, küçük bir azalma yaşanacağı öngörülüyor.

Ekosistem Üzerindeki Etkiler

ARJEL (Arctic Jellies) araştırma grubundan Dmitrii Pantiukhin, bu sonuçların iklim değişikliğinin Arktik Okyanusu ekosistemlerini ne kadar dramatik bir şekilde etkileyebileceğini gösterdiğini belirtti. Pantiukhin, “Denizanası habitatlarının öngörülen genişlemesinin tüm besin ağı üzerinde muazzam etkileri olabilir” dedi. Aynı enstitüde çalışmalar yürüten Charlotte Havermans ise denizanalarının kuzeye doğru yayılmasının ekosistem üzerinde tahmin edilemeyecek etkileri olabileceğine dikkat çekti: “Bu türlerden bazılarının ekolojileri hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.”

Genişleyen Habitatlar ve Tehdit Altındaki Balık Nüfusu

Havermans ve meslektaşları, en yaygın sekiz denizanası türünün ve onların jelatinimsi akrabalarının Büyük Kuzey Kutbu’ndaki dağılımına ilişkin çeşitli veri setlerini birleştirdi. Temsili tür kümesi, 1-2 santimetre uzunluğundaki küçük hidrozoa Aglantha digitale’den, 30 metreden daha uzun dokunaçlar geliştirebilen zehirli aslan yeleli denizanasına (Cyanea capillata) kadar uzanıyordu. Modellemeler, orta ila yüksek emisyon senaryosu altında, bu yüzyılın ikinci yarısında suların ısınmasına, buzların erimesine ve okyanustaki diğer değişikliklere yanıt olarak her bir türün yayılımının nasıl değişeceğini ortaya koydu. Çoğu türün yayılış alanı genişleyecek ve Kuzey Kutbu’na doğru kayacak.

Denizanası: Ekosistemin Yeni Hakimi mi?

Denizanasının kuzeye doğru genişlemeye başladığına dair bazı göstergeler zaten mevcut. Örneğin, Norveç’in Svalbard takımadasındaki fiyortlarda denizanası, morina balığına üstünlük sağlayarak balıkçılığı sekteye uğratıyor. Havermans, “Gerçekten kontrolü ele geçirebilir ve sonra orada neredeyse hiç balık kalmaz” diyor.

Deniz ekosistemindeki önemine rağmen, şeffaf jelatinimsi organizmalar ekolojik çalışmalarda sıklıkla göz ardı ediliyor. Bu araştırma, denizanası ve diğer jelatinimsi zooplanktonların iklim değişikliğinden nasıl yararlanabileceğine dair önemli bilgiler sunuyor.

Geleceğin Okyanusları

Araştırmacılar, gelecekte denizanası ve diğer jelatinimsi zooplanktonların, artan su sıcaklıkları, besin kirliliği ve aşırı avlanma gibi koşullarda gelişebileceğini belirtiyor. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde, balıkların hakim olduğu çeşitli deniz ekosistemlerinden denizanasıyla dolu okyanuslara geçiş anlamına gelebilir. Pantiukhin, iklim değişikliğinin deniz organizmaları üzerindeki etkisini vurgulayarak, denizanasının balıklar gibi yiyecek konusunda rakiplerinden bir adım önde olduğunu belirtiyor: “Bu da tüm besin ağını etkiliyor ve balık popülasyonlarının toparlanmasını yavaşlatabilir veya engelleyebilir.”

Kaynak: yeşilgazete

Zonguldak’ta bulunan 1183 yaşındaki porsuk ağacı kesildi

Dere ıslahı çalışması yapan yüklenici firma çalışanları, bent inşası sırasında tarihi bir porsuk ağacını kesti. Bu olay, mahalle sakini Engin Zaman’ın dikkatinden kaçmadı. Ağacın kesildiğini gören Zaman, durumu Zonguldak Orman Bölge Müdürlüğü ekiplerine bildirdi.

Olay yerine gelen Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri, yaptıkları incelemede kesilen ağacın 1183 yaşında bir porsuk ağacı olduğunu tespit etti ve konuyla ilgili tutanak tuttu.

Engin Zaman, evine giderken iş makinelerinin çalıştığını fark edip bölgeye geldiğini ve kesilen ağacın tarihi bir porsuk olduğunu görünce hemen müdahale ettiğini anlattı. Zaman, porsuk ağaçlarının genellikle 750 ila 1000 rakımda yaşadığını, ancak kesilen ağacın bu alçak rakımda yetişmesinin onu daha da özel kıldığını belirtti.

Zaman, bölgenin ve porsuk ağaçlarının korunması için daha önce ilgili tüm kurumlara dilekçeler yazdığını, ancak olayın gerçekleşmesiyle birlikte ekiplerin gelip gerekli tutanakları tuttuğunu ifade etti.

Kaynak: KARAR

Dünya oksijeninin yüzde 70’ini deniz yosunları üretiyor

Bilim insanları, dünyanın en büyük oksijen üreticisinin yağmur ormanları değil, deniz yosunları olduğunu açıkladı. Dünya oksijeninin yaklaşık %70’ini üreten deniz yosunları, küresel ekosistemin dengeleyicisi olarak önemli bir rol oynuyor.

Deniz yosunları, fotosentez süreci sırasında karbondioksiti emerek oksijen üretirler. Bu süreçte, güneş ışığını enerji kaynağı olarak kullanarak, okyanusların ve denizlerin yüzeyinde büyürler. Bu sayede, sadece deniz yaşamına değil, aynı zamanda kara yaşamına da hayati bir katkı sağlar.

Oksijen üretiminin yanı sıra, deniz yosunları okyanus ekosistemlerinde besin zincirinin temelini oluşturarak deniz canlılarının besin kaynağını sağlar. Uzmanlar, iklim değişikliği ve kirlilik gibi faktörlerin deniz yosunları üzerindeki olumsuz etkilerini vurgulayarak, bu hayati türün korunması için acil önlemler alınması gerektiğini belirtiyor.